14 Ağustos 2009 Cuma

Ne menem şeysin sen lohusa depresyonu?

Kadınlar hakkında yazmak istiyorsanız onların geçtikleri yollardan geçmeli, onların yürüdükleri gibi yürümeli (yüksek topuklar üzerinde keçi tanrı Pan gibi), sağa sola -sürmeli rimelli- göz süzmelisiniz...

Ve mutlaka ama mutlaka kuaför salonlarında en az bir kaç öğleden sonranızı heder etmelisiniz.Şehrimden ve hemşehrimden ayrı düştüğümden beri kuaförlerle aram bozuk...

Çünkü şehrimi taze anne olarak terk etmiştim. Bu iki olgu arasında bağlantı kuramıyorsanız ya anne değilsiniz, ya da annenizin yakınlarında konuşlanmış bir annelik yaşamaktasınız.
Bu da ne demek şimdi?
Taze anneler ailelerinden bir kadına en çok ihtiyaç duyan kadınlardır-- ki o kıymetleri daha evvel pek bilinmemiş kadınlara evlat emanet edilir ve ondan sonra konsere de gidilir kuaöföre de...

Oysa ben bundan 4 sene evvel elimde 7 aylık bir bebek, çevremde dört duvar kalakalmıştım bir anda. Yaşantımın ani değişimi, ardından hızla yaz dekoru çekilip kış dekoru sürülen ve işte bu yüzden repliğini şaşıran bir tiyatrocuya çevirmişti beni.Önceki dekorda iş vardı, iş arkadaşları vardı, çocukluk arkadaşları vardı, ve elbette içinden çıktığım aile ve elbette ailemin kadınları vardı.
O kadınlar o ailenin uzantısı ailelere doğmuş çocukları bağırlarına basar torun veya yiğen olarak değil de kendi evlatları gibi sever – koklar bakardı. İşte bu yüzden doğumdan sonraki ilk hafta anne olduğumu bile anlayamadım ben. Nasıl anlayayım, çocuk kapanın elinde kalıyor, biri altını açıyor, biri takviye mamasını hazırlıyor , biri avutuyor, biri uyutuyor.

Böylesi bir durumun avantajları olduğu kadar dezavantajları da var elbet. Karnın boş, ellerin boş olunca ruhun da boşluğa düşüyor, hormonlarınsa at koşturuyor, tuhaf tuhaf düşünceler boş kalmış tüm yerlerinin ve en kötüsü de ruhunun duvarlarında çarpa çarpa dehşetli yankılar yaratıyor. Bu yankılarsa insanı muhteşem bir düşüşe hazırlıyor.
Tahmin ettiğiniz gibi düştüğüm şey lohusa depresyonu denen kör bir kuyuydu. Kimilerine göre hamilelikte yeterince omega 3 almadığım için (ki bu olayın biyolojik yönü) , kimilerine göre ise tekil yaşamdan çoklu yaşama (analı-kızlı yemeği gibi) geçip de özgürlüğümden ilelebet vazgeçişim yüzünden (ki bu da olayın psikolojik yönü) düşmüştüm ben bu illetin içine.

Depresyon kelimesinin içinde şımarıklığı çağrıştıran bir tını vardır. Oysa lohusa depresyonu kaprislerden bağımsız su götürmez bir bunalımdır. Aksi takdirde bir kadın nasıl bebeğini öldürebileceğinden korksun?

O günlerde kızımın o minik başını iki elim arasına almaktan korktuğumu hatırlıyorum. Tabiki zarar verebilme “ihtimal ihtimalim” yüzünden. Ama bu korku öyle böyle bir korku değil, hani bebeği düşürmekten korktuğu için kucağına alamayanların ki gibi değil, basbaya kırmak (sanki oyuncak bebeğini kırar gibi), birden kendini onu kırmış bulmak korkusu...

Kötü günlerdi. Böyle bir şey yapmayacağını bilsen de, ve hatta böyle bir şey yapmaya kalkacak birini ellerinle boğacak kadar evladını sevdiğini bilsen de anlatılması güç – rezil bir çıkmazdı.

Durumun vehameti onu kocama anlatamamamdan belliydi. Adam aklı bizde kalmadan işe nasıl gider diye düşünürdüm. Hem zaten bu korktuğum şeyin sadece kendime eziyet seviyesinde kalacağını, asla gerçeğe dönmeyeceğini de (neyseki) bilirdim... Bir de kayınvalidemden dinlediğim kendi hikayesi de işe yaramıştı.

Zarar vermeye dönük korkularımı tam olarak anlatmamış olsam da 9 ay boyunca büyük bir aşkla beklediğim bebeği ilk etapta pek de sahiplenemediğim aşikardı. Herhalde ona “ sanki başkasının bebeğini bana emanet etmişler, daha tam alışamadım- benim gibi gelmiyor,” türü laflar ettiğim bir anda bana karlı bir balkondan bahsetti. Bu balkon, ilk çocuğunun doğduğu 1971’in Şubat ayında karlanmış kendi evlerinin balkonuydu.

Doğum sonrası depresyon denilen şey sadece 2000’li yıllara has bir şey değildi ve 71’in Şubat ayında bir kadın, karlı bir balkona bakıp bir kaç günlük bebeğini o balkona koysa ölüp ölmeyeceğini düşünmekteydi...Elbetteki koymamıştı... Aradan 33 yıl geçip de o kadının gelininin kendi bebeğinin boynunu kırmadığı gibi.

Daha evvel de lohusa depresyonundan bahsetmiştim. Ama böyle açık bir itirafla değil. Şimdi yazıyorsam kendini yalnız hisseden, kendini (özel bir depresyonun kollarında değil de) delirmiş hisseden herhangi bir taze anneye yardımım olur diyedir.

Ve tüm bunların tekrar hatırıma gelmesi, tatilde memleketime, dolayısıyla ailemin kadınlarına, ardından kuaför koltuklarına kavuşmamdan mütevellit bir rahatlamanın eseridir....

Hiç yorum yok:

Blog Arşivi